Şahini sorarsan 30 yaşında

Süngü ile vuruldu köprü başında

Uyan Şahinim uyan gör neler oldu

Sevdiğin Antep’e düşmanlar doldu...

 

Gara yılan derki gelin oturak

Kilis yollarından kelle getirek

Fransız adını bütün batırak

Vurun Antepliler namus günüdür

 

                 Rahmetli dedemden dinlerdim Fransız Harbi diye “Antep Savunmasını”. Dedem o yıllarda on yaşında olduğunu anlatır, mavi gözlerinden beyaz sakallarına inen gözyaşlarıyla yaşadığı O büyük ölüm kalım /yaşam savaşını anlatırdı yaşarcasına. Hem yaşardı, hem yaşatırdı yaşlı yüreğinden biz torunlarına. Hepsi geçti gitti. Kalan canlar sağ olsun diye devam etmekteyiz yolumuza. 

                   Kaç 25 Aralıklar geçirdim ömrümde unuttum. Hatıralarımda silinmeyen tek ses, Tabakhanedeki Münif Paşa ilkokuluna giderken, o çınar ağaçların tepelerindeki zevzir kuşlarının sesleri var kulaklarımda... Ömer Seyfettin’in kestane ağaçlarını yazdığı gibi... Sahi Ömer Seyfettin neden çıkartıldı okul kitaplık listelerinden? Anlayamadım ne zararı vardı bir KAŞAĞI kitabını okumanın? Çıkarsınlar çıkarabildikleri kadar listelerden. İnsan beynine fren de takamazlar ya. Çınar ağaçlarının yaprakları tükendi sanırım artık, ya da azaldı bu kadar yaşananlar uğruna. 

                 Nerde kaldı her 25 Aralıkta, ilkokul günlerinde katıldığım köylü kızlı kıyafetlerimizle tören yürüyüşlerimiz.. Traktörlerin arkasında tir tir titreyerek soğuk 25 Aralık günleri nerelerde şimdi? Uygulamalı 25 Aralık törenleri.. Nerede şimdi? o günleri yaşamanın ağırlığını, sokakta 6 yaşındaki BİZ çocuklara tattıran öğretmenlerimiz.  Traktörlerin arkasında, ekmek açarak, kurşun sıkarak oturan, kar soğuğunda üşüyerek morlaşan ellerimizi nefesimizle ısıttığımız, karlı 25 aralık anma günleri.. Eylemler hep doluydu yaşamda. Yaşananları sergileten öğretmenlerimizi anmak istedim yüreğimle.. Nerde o çocuklar şimdi? Hepsi dimdik yaşam önünde, ve mücadelesinde bir şekilde hakça diyebiliyorum... Hepsi fırfırlı uçurtmalar gibi avuçlarımda kaldı, ya da gökkuşağıyla siyah bulutlara takıldı beynimin arka sokaklarında.
                Bana sorarsanız en sevdiğim sokaklar beynimin arka sokakları. Sessiz, umutlu, sarhoş gibi ama hoşluklarla dolu nostalji sokaklarımı seviyorum nedense.

                    Kıyaslanmaz bir çocukluk/gençlik dünle bugün arası. Ne yazıyorum/konuşuyorum mukayeseyi. Kızlarım duysa “aman anne” diyecekler... Her dönemin kazandırdıkları/kaybettirdikleri... Antepli olmanın hevesi ve girişimciliği ile ayaktayız çoğumuz diyebiliyorum. Dedemin anlattıkları dün gibi hafızalarımda. Acı zerdali çekirdeği ekmeğini nasıl yediklerini açlık savaşında duyumsuyorum içimden. Dedemin anlattıklarından anımsadıklarım; Saklandıkları mağaradan gizlice kaçıp, 11 ayı aşmış savaşın sonunda, bostanlardaki patlıcanları tiyeklerin den elleriyle sıyırıp, yaşadıkları mağaraya sürünerek taşıdıkları günleri unutamadım dedemin nur yüzünden. Ne mi yaparlarmış kar altında, üç mevsim söğürülmüş  patlıcanı? Büyük ninem süzekten geçirip bulamaç yapıp yerlermiş. Nasıl? Yenir mi diye sorardım dedeme yüzümü ekşiterek? Hem de nasıl derdi aç kalınca. Nasıl ağlayarak anlatırdı o Fransız harbi yıllarını, açlığı, uykusuzluğu anlatırdı... Neden Antep’te yemek ısrarları çok fazladır? Ölümü göresin yesene? Denilmedi mi yoksa size hiç bu şehirde? Sanmam.. Çok duydum, ye diye ısrarları Antep sofralarında... Özellikle bağdaş kurulup, yenilen yer sofralarındaki o lezzet, ve unutulmaz tatlar kaldı beynimde, silinmesi imkansız. Bence bir savaşın sonuçları bunlar. Açlık savaşını yaşamış, bir harbi açlıkla kazanmış bir toplumun çocuklarıyız BİZ, değil mi? 

               Antep’ li olabilmek güzel. Saf, katıksız, doğal bir yörenin insanı olabilmek güzel. Irkçılık değil benimkisi, Nazım Hikmet gibi memleket sevgisi hepsi bu. Ne güzel anlatıyor değil mi en büyük usta şair hapiste yazdığı dizelerinde, Rusya'da iken vatan hasretini... Namık Kemal de iyi anlatmıyor mu? “Sürgün günlerinde” memleket Hasretini. Mücadeleyle bağışıklık kazanmış insanlara hayranım ben gibi. Güzel bir bağışıklık değil mi? Yorulabilen, yorulmayı değer bulan insanlar karması bu güzel şehir, bu güzel memleket... Fedakarlığı ile ve de namusuyla yaşamış bir toplumun insanı olabilmek bize yakışan. Dedem nasıl anlatırdı Karayılanı. Fransız askerinin Antep’ li kadına uzattığı namussuzluk elini, nasıl kırdığını anlatırdı ağlayarak. Nerde kaldı o namus anlayışı? Var biz gibilerde “kelaynak kuşları” gibi... Olsun bitmedi devamı olacakta. Daha neler dinlemedim ki dedemden o günlere dair? Atatürk’ün Antep’e gelişini, nasıl kutladığını bu halkı ve de övgü dolu sözlerini... Ölülerinin Abide’ ye nasıl defin edilişlerini dinlerdim. Yoksa siz bilmiyor muydunuz  Abidenin altında şehitlik olduğunu? Nur içinde yatsınlar şehitlerimiz de, gazilerimiz de, dedem de... Bizler onlardan bir parçayız ve şöyle noktalamak istedim satırlarımı hüzünle...  

Nerde benim mor laleli bağlarım

Antep diye uğrun uğrun ağlarım..

Nerde benim mor sümbüllü bağlarım

Antep diye hazin hazin ağlarım...

Paylaş: