Karanfil kokulu Yadigar’ a Uzattığım hediyemdir Bir mendil gibi... Çatlamış topraklarda, sarı başakların boynunun büküldüğü bir vahanın, gün doğusunda; acı, hüzün... Simsiyah yazgısının gözyaşlarıyla buluştuğu çilekeş Anadolu, güney Doğu kadınları, çocukları... Çöl sıcaklarının; asırlar sonunda doğaya inat sahte sularla yıkatıldığı sarp bir yörenin doğusundan hiç ışığa baktınız mı? Gözlerinizi kamaştırıp, içiniz hiç mi titremedi yoksa? Çimen yeşili, çıtlık kadife çiçekli fistanlı, saçları terden keçeleşmiş Anadolu’nun yorgun argın, beli iki büklüm olmuş kadınları çocukları... Onlara ellerinizle dokunamazsınız töreler gereği... Yürekten uzanabilmeyi denemelisiniz. Töreler uzaktan sevmeyi emreder sürekli... Çocuklarının namusuna yazgısıyla sarılmış, sarmalamış analar. Onların geleceğinin yıldızsız gecelerine sığınarak, buruk tebessümlere ağıt yakarak yaşamış, kendi içinde çoğalmış nice çınarlar devrilmiş yüzyıllar boyu bu kültürden... Yazgısı kör yeşil olan Meryem’ in, Döne’ nin, Yadigar’ ın yarattığı sert kültürün kırılmaz mozayığının sembolü çilekeş, saf yaratıklar... Onlar ki; sevişmenin tadını bilmeyen gül yüzlülerdir... Harlı ateşin başında çocuklarına adanmış bir ömürdür yaşadıkları. Solgun bakışlı yavrularına, örgü örgü bir umuttur yaşamları. Varları, yokları çocukları olan; ezilmiş, horlanmış, aşşağılanmış ama yinede yıkılmamış kaya gibi sağlamdırlar. Ne yaptığını bilirler. Soyluluğun koyu gölgesine sessizce, sindirilmişçesine sığınmışlardır. Namusu çocuğudur, kendidir. Öyle ne zil takıp oynatabilirsiniz, ne göz süzüp ayartabilirsiniz... Efil efil yürekli, gül yüzlü analar. Çöplükleri yeşertip, bataklıklardaki sineklerle boğuşur dururuz töre adına. Ömrünü ya bir adama oynamak ya da hiç’ e... Hiçlerin güzelliğine boyanmış başı dumanlı Ağrı’nın dorukları gibi... Ulaşılmaz sevgilere hasrettir, özlemdir, göz yaşıdır yaşananlar. Kardelenler kadar gizemli, karanfiller kadar hoş kokulu, namus abideleri. Elleri, kınalı çocuklarına tutuşmuş, yüreği analığına takılmış, saçını ömrüne süpürge etmiş kara yazgılı Gül Endamlar... Bedeninin farkına varamayan, kadınlığın töre olduğuna inanmış yürek dolusu çiçek bakışlar... Onurlu, konuşmayı bilmeyen susturulmuş yürekler... Namusu, Onura sarmalamış, diş tırnak yaşanılmış, başı önünde yorgunlar ordusu. Gençliğinde tükenen, çocukluğunu hiç bilmeyen vicdanı gelişmiş inançlılar... Ninem gibi on üçünde babası yaşında dev bir adama, ikinci karılık ezikliğiyle gitmiş, yirmi üçünde dışlanmış soylular... Onuruna sığınmış, yavrularım diye diye yaşamış... Kuru ekmeği kahvaltı niyetine dürümlemiş, acıyı içine sindirmiş, çocuklarını başına derlemeyi sevinç bilmiş heyecan yürekler.... Yaşam denen o zehir zıkkımı, çocukları bilmiş... Ötesini anlamamış, aklı ermemiş törenin dışındaki renklere... Aç da olsa sefilde olsa işkence yaşasa da şikayet nedir bilememiş. Açlığını bastırmış, içine atmış dağlar gibi yaşamış... Üç etekte giymiş, poşuda takmış, yüreği dağlandığında al yazmasını çıkartıp, saçlarını süpürge edip feryat etmiş asırla boyu Figan olarak... Leylak kurusu kokular sürünmüş, dağ çiçekleriyle buluşmuş, harlı ateşte allık olmuş yanaklara gamzeler oturmuş acı gülüşlerle. Doğal yaşamış safça, katıksızca.... Kadınlık bu demiş asırlar boyu... Yuvasını korumuş, ocağını tüttürmüş bir başına da kalsa... Namusuna, onuruna leke sürdürmeden yaşamış durmuş Döneler gibi... Sevgilisiz, aşksız, cinselliksiz yaşamış halende varolduğu gibi yöremizde... Bir tarafta çocuğu olmadığı için evini, kocasını kaybetme korkusuyla ezik yaşayanlar... Başka bir bozlak da; öteki bir kadına tercih edilmişliğini unutarak çocuklarının ayakta kalması için çırpınan analar... Doğu, güneyDOĞU sınırlarında güçlü olan töredir, namustur kadın için... Kadın-erkek arasında öyle belirgin bir duvar vardır ki! Yıkılması imkansız. Erkektir! Yapacaktır yapacağını, yaşayacaktır erkek gibi! Kadın? O’ nun yaşamı yoktur. Olamaz. İstese de olamaz. İki nokta arası bir doğru gibi sürdürür yaşamını. Çocukları... Çocukları... Her şeyi kabullenmelidir... Tevekkül edebilmek, sabır gösterebilmek öğretilmiştir sadece. Kendi hayatı yoktur... Başkalarının çizdiği yazgıyı oynar durur içine sindiremese de. Baş kaldırmak ister! Vurulur cesareti, ceylanlar gibi... Kırılgandır, örselenmiştir... Kirlenmiş Yaşam denilen soysuzluğu, soyuna yakışırcasına sürdürebilmek O’ nun kadınlığını, analığını yaratmıştır. Ötesi yoktur. Varsa yoksa namus belasıdır yaşadığı güzellikler... Doğu sarp bir kayalıktır, güneyDoğu sırtını Doğuya dayamış, gölgeli bir çınardır. Bildiği tek Işık; doğan güneşin karanlık odasına sızan bir acı gülümsemesidir çocuklarının yüzüne vuran. En iyi bilgeliği analığıdır... Acı kınasıyla yoğrulmuş, tozlu yollara karışmış, doğmamış günlerin peşine takılmış. Dikenli Umudu çiçeklerle süsleyip saçlarına takmış, topal güvercinlere mektuplar yazmış, değişmez yazgılarını ırmak gibi gözlerinden yüreğine akıtan menekşe kokulu bozulmamış töre kadınlarına yürek dolusu sevgiler... Burnu sümüklü, elleri yumuşacık, yüreği analarına göbekten bağlanmış hatıralar ... İşkence altındaki yavrularımız! Simsiyah gözlerinizden öperek, toprak kokan ruhunuzu kucaklamak istedim gözlerim buğulu bir elim kırılmış da olsa... Töre kadınlardan doğan Kaderi, çiçeği burnunda yavrularımızı geçirdim gözümün önünden teker teker... Yazgımız değişecek... Sahipsiz soylu anaların koynunda, saf yavrularla töremiz acılardan kurtulacak. Vakit çok... Yol uzun... Olsun... Değişim için sabrımız da yüreğimizde geniş... Umudumuz! Kadınlarımız... Kadın gibi kadınlarımız!

Paylaş: