Bu gün alarm zili çalmasa da şöyle deliksiz uyusam diye düşünmüştüm ama boşuna...
Kızımı dershaneye götürmeliyim... İlk okul beşte, aslında kendiside gidebilir ama bu dönemde yükleneyim de sonra kendi alışır diye düşünmüştüm... Bu yaşlarda işimizi kendimiz yapardık. Okula servisle mi giderdik, ama okulda evimizin burnunda değil miydi hani.
- Hadi kızım uyan kahvaltın hazır geç kalıyoruz...
- Uyumak istiyorum anne. Uyumak istiyorum...
Giyindik birlikte, arkadaşı Merve’ yi de aldık Başak’la üçümüz arabaya bindik ve koşuyorduk eğitim yolunda... Sekiz kırk beşte dershanenin önündeyiz... Uyanmamış çocuklarla, gençlerle dolup taşıyor bu hipodrumun önü. Kızlarıma ;
- hadi bakalım karşıya geçin sizi izliyorum dedim...
Daha çabuk uyanacaklarını düşündüm bilgilere... Dikkatli bir “U dönüş” ile eve doğru yol almışken Kavaklığı düşündüm... Oysa; beni evde bekleyen ne kadar işim vardı. Çamaşır, temizlik, ütü, dağılmış mevsim değişikliğinin yerleşimini bekleyen yazlıklar, kışlıklar. Baro Lokalinin oraya uğrayıp uyanamayan kendimi uyandırmak istedim bu Ekim sabahında... Ekim’in ortası gelmiş sanki İlkbahar uyanıyordu sabahlara. Önce küçük adımlarla başladım yürüyüşüme,Spor ayak kabımı falanda giymemiştim ama olsun dedim yine o beynimdeki o düşünce sancıları yorgunluğunda yavaş yavaş yürüyordum... Alleben pırıl pırıl, insanlar canlı hiç olmazsa sağlık adına burada değiller miydi? Sevgili Celal Doğan’a ne kadar teşekkür etsek az... Antep Belediye başkanlığıyla yeşilliklere boğulmadı mı?
Hizmet üreten herkese gönülden teşekkürler demek gerekiyor eleştirmek yerine.Yaşlı bir teyze dudağında dualarla terapi yapıyor küçük adımlarla yürümeye çalışıyordu bu Pazar sabahında. Tamam dedim kendime. Bir Pazar bende arabamı bu amca gibi nehrin kenarına park edeyim bir kova suyla yıkayayım. Eskiden arabamı kendim yıkamaz mıydım! Hem de ne zevkle. Bir yandan teybi açar bir yandan da parlattığım o 13l modelli günlerimi anımsadım daha az stresli günlerimi...
Bir ses arkamdan;
- Nesrin merhaba diyen Vicdan’ı gördüm...
Günde içtiği iki paket sigaranın ve yaşamın o dayanılmaz yorgunluğunun sıkıntısıyla buradaydı emekli avukat arkadaşım... Bir de kitap evi sahibi Ayşegül... Üç kişi ne güzel yürüdük, benimde adımlarım büyümüştü onlarla, ter içinde kalmıştık gribinde etkisiyle. Üzerimdeki sonbahar’ın kırgınlığını atmak zor diye düşünmüştüm ama plansızca rahatlamıştım. Hem konuşuyor, hem koşar adımlarla yürüyorduk. Kavaklık cıvıl cıvıldı... Her yaştan insanlar sonbahar’ın rehavetini üzerlerinden atmaya çalışıyorlardı sağlık zindelik adına. Kendilerine ayırdıkları o birkaç saatlik zamanın tadını yaşıyorlardı.
Bir buçuk saat limitsiz yaşadığım bu Pazar sabahını haftaya yeniden yaşamak istiyorum. Sizinde yapmanızı istiyorum. Yürüyüş en sevdiğim spor yada eylem diyorum. Spor seviyorum ama yürüyüş sporunu ve sadece bu işi plansız programsız seviyorum uygun zaman boşluğunda... Kafama göre, ama alarmsız seviyorum cep telefonumu bile bırakarak yada kapayarak seviyorum yürüyüşü kavaklıkta yada
Parkların, yeşilin ortasında...
Bu gün alarm zili çalmasa da şöyle deliksiz uyusam diye düşünmüştüm ama boşuna...
Kızımı dershaneye götürmeliyim... İlk okul beşte, aslında kendiside gidebilir ama bu dönemde yükleneyim de sonra kendi alışır diye düşünmüştüm... Bu yaşlarda işimizi kendimiz yapardık. Okula servisle mi giderdik, ama okulda evimizin burnunda değil miydi hani.
- Hadi kızım uyan kahvaltın hazır geç kalıyoruz...
- Uyumak istiyorum anne. Uyumak istiyorum...
Giyindik birlikte, arkadaşı Merve’ yi de aldık Başak’la üçümüz arabaya bindik ve koşuyorduk eğitim yolunda... Sekiz kırk beşte dershanenin önündeyiz... Uyanmamış çocuklarla, gençlerle dolup taşıyor bu hipodrumun önü. Kızlarıma ;
- hadi bakalım karşıya geçin sizi izliyorum dedim...
Daha çabuk uyanacaklarını düşündüm bilgilere... Dikkatli bir “U dönüş” ile eve doğru yol almışken Kavaklığı düşündüm... Oysa; beni evde bekleyen ne kadar işim vardı. Çamaşır, temizlik, ütü, dağılmış mevsim değişikliğinin yerleşimini bekleyen yazlıklar, kışlıklar. Baro Lokalinin oraya uğrayıp uyanamayan kendimi uyandırmak istedim bu Ekim sabahında... Ekim’in ortası gelmiş sanki İlkbahar uyanıyordu sabahlara. Önce küçük adımlarla başladım yürüyüşüme,Spor ayak kabımı falanda giymemiştim ama olsun dedim yine o beynimdeki o düşünce sancıları yorgunluğunda yavaş yavaş yürüyordum... Alleben pırıl pırıl, insanlar canlı hiç olmazsa sağlık adına burada değiller miydi? Sevgili Celal Doğan’a ne kadar teşekkür etsek az... Antep Belediye başkanlığıyla yeşilliklere boğulmadı mı?
Hizmet üreten herkese gönülden teşekkürler demek gerekiyor eleştirmek yerine.Yaşlı bir teyze dudağında dualarla terapi yapıyor küçük adımlarla yürümeye çalışıyordu bu Pazar sabahında. Tamam dedim kendime. Bir Pazar bende arabamı bu amca gibi nehrin kenarına park edeyim bir kova suyla yıkayayım. Eskiden arabamı kendim yıkamaz mıydım! Hem de ne zevkle. Bir yandan teybi açar bir yandan da parlattığım o 13l modelli günlerimi anımsadım daha az stresli günlerimi...
Bir ses arkamdan;
- Nesrin merhaba diyen Vicdan’ı gördüm...
Günde içtiği iki paket sigaranın ve yaşamın o dayanılmaz yorgunluğunun sıkıntısıyla buradaydı emekli avukat arkadaşım... Bir de kitap evi sahibi Ayşegül... Üç kişi ne güzel yürüdük, benimde adımlarım büyümüştü onlarla, ter içinde kalmıştık gribinde etkisiyle. Üzerimdeki sonbahar’ın kırgınlığını atmak zor diye düşünmüştüm ama plansızca rahatlamıştım. Hem konuşuyor, hem koşar adımlarla yürüyorduk. Kavaklık cıvıl cıvıldı... Her yaştan insanlar sonbahar’ın rehavetini üzerlerinden atmaya çalışıyorlardı sağlık zindelik adına. Kendilerine ayırdıkları o birkaç saatlik zamanın tadını yaşıyorlardı.
Bir buçuk saat limitsiz yaşadığım bu Pazar sabahını haftaya yeniden yaşamak istiyorum. Sizinde yapmanızı istiyorum. Yürüyüş en sevdiğim spor yada eylem diyorum. Spor seviyorum ama yürüyüş sporunu ve sadece bu işi plansız programsız seviyorum uygun zaman boşluğunda... Kafama göre, ama alarmsız seviyorum cep telefonumu bile bırakarak yada kapayarak seviyorum yürüyüşü kavaklıkta yada
Parkların, yeşilin ortasında...