Yaklaşık on beş gün önce evimin telefonuna koştum. Üyesi olduğum Türkiye Edebiyatçılar Derneğinin 24.Ocak.2004 günü Olağan Genel Kurul toplantısına davetti aldığım telefon. O kadar yüklü yaşamımın içinde “hayır” diyemedim. 23.Ocak gecesi atladım otobüse, düştüm Ankara’nın sisli yollarına. Her yerde kar parçası, kapanmış yollardan vazgeçemedim her nasılsa, her zamanki güzel inadımla “gideceksin” dedim kendime. Otobüse oturdum, 1970’li yıllardaki öğrencilik günlerimin yolculuğu ile seyahat ettim. Yanımda düş sokaklarım, ama hepsi kapanmış bir bir, sadece anılarımda hepsi. Önce ODTÜ Çamlık sitesinde hocalığının son dakikalarını yaşayan, beni bekleyen arkadaşlarıma gittim. Fıstık getir şarap bizden demişlerdi dostlarım. Duygulu, kırgın bir o kadar da ONUR dolu bir buluşma Ankara ayazında. Eskisi gibi sisli ancak sivil dolu suskun bir Ankara.. Suskunluğu severim sonunda patlasam da. Hasret giderdik birkaç saat. Melahat bindirdi beni arabasına, önce ODTÜnün içinden geçirerek nostalji yükü ile Derneğin yoluna koyulduk. Karanfil sokakta bir otele bıraktı arkadaşım.
Güzel bir buluşma her şeye rağmen. Genel Yönetim kurulunda adımı görünce şaşırdım. Ancak Antep’e bana verilen temsilcilik hoşuma gitti. Nasıl gitmez. Yapacağız hep birlikte beklerseniz. Öykü günleri, şiir günleri. Hep birlikte başaracağız. Sanayiiden, paradan, ahlakın çöküşünden bıktık artık. Birazda hayallerimizi yaşayalım değil mi? Kırılan onca hayallerimizi gerçekle buluşturmak için koşacağız ömrümüzün geri kalan günlerine... Herkes türünü yaşamakta, biz neden yaşamayalım! Derneğin yapısı güzel. Onursal üyeler kimler mi? Can Yücel, Melih Cevdet, Aziz Nesin, Mina Urgan ve niceleri.. Erdal Öz gibiler ve daha bu adlara yaraşır 943 üye... 931.üyede benmişim, bu üyelik benim değil sizin diyorum. Antep’e verilmiş bir üyelik numarası. Edebiyat dostları ile paylaşmak istedim üyeliğimi. Antep’li duygu yüklü insanlarla paylaşmak istedim... Kimler mi vardı toplantıda? CHPli milletvekillerinden tutunda, Çankaya Belediye Başkanına kadar.. Hepsi bilinçli aydın insanlar. Sadece biri konuştu kırmak adına toplantının siyasi alt yapısını. Bu dernek siyasallaşamaz. Neden olmasın, demek ki beynen aynı düşünen insanlar toplanmış bu platforma. O kadar açık yürekli, doğru lafı söylemekten esirgemeyen, ağır eleştirilere gülerek olgunlukla cevap veren yazarlar... “BİZ buyuz arkadaş, ETİK’ le savaşacağız” diyen insanlarla onurlandım. Üstelik Uğur Mumcunun öldürüldüğü güne özellikle denk getirilmiş özel bir Ankara günü... Yorgun, uyumamış kafayla dinledim sabahtan akşamın beşine kadar olan bu açık oturumu. Keşke Ankara da yaşasaydım da daha aktif çalışabilseydim bu dernekte diye geçirdim içimden. Olsun memleketin Ankara sı, Patnos’u olmaz diye yapacaklarımı hayal etmeye başladım.
Hayal kurmak.. Bir kez daha vurgulandı dernekte. Sadece yazanların mı hayalleri olur? Hayal kuramayan insan olur mu? Olmaz elbette... Hayallerimiz gerçekleştirdiklerimiz değil mi? Elbette... Kendimize sığınıp, kendi içimizdeki çocukla buluşarak yaşama direnebilmenin tadını bir düşünelim şöyle. İsteğim; kara kış da olsak da umutlarımızı hayallerimize sararak yatıralım şöyle içimize. Toplantı sonrası yorgunluğumu unutmuş eski günleri yad ettik dostlarımla, arkadaşlarımla. İnsanın kendi paralelinde dostlarının olması ne güzel diyorum. Yeni dostluklar da güzel. Ancak şöyle yüzüne baktığınızda konuşmadan anlamanın tadı diyorum dostluğa... Anlarsınız birbirinizi.. Ezikliklerinizle, yıkılmışlıklarınızla, incelikleriyle anlarsınız dostça iletişimle birbirinizin gözüne bakarak... Çocuklar gibi uyuyamadık sabahı zor edip, düştük Ankara sokaklarına yeniden. Hani “nasıl kız öyle gelin, nasıl gelin öyle yaşlı derler” ya... Hiç değişmemiş sevdiğim Ankara.. İçimde bir ses “Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak” birde “Gecem kara günüm zindan içimdesin inan her an”... Antep’i de sevdim, beş yılımı dolu dolu öğretilerle yaşadığım Ankarayı da sevdim... Kızılay aynı, Dost Kitabevi aynı.. Kaç yıl geçmiş aradan BEN de aynı... Yüzler değişmiş insanlar aynı..
Akşamın sıkışık vakti geldi. Yola çıkmalıydım. Israrlar fazlaydı kalmam için. Yetti bana bir gece iki gün, doymadım ama doydum olsun dedim. Kulaklarımda bir ses “Antep seni anlamaz” diyen arkadaşlarımın sesi. Anlayanlarda çok dedim onlara... Dili aynı konuşmasa da yüreklerin, duyguların anlaştığı seslerle mutluyum nedense... Ne yapacaktık birkaç saat kalmıştı ayrılığa? Bir sinemaya gitmek istedim. Akün sinemasına. Güldü arkadaşlarım, Akün yok dediler. Hangi film? Vizontele... birde TUUBAsı eklenmiş... Kaç sinemayı aradık yer yok... Kültürel etkinliğin kalbi Ankara da şaşırmadım bilet bulunmamasına. Büyülü fener diye bir sinemada yer bulduk... 1980’ de Ankara da başlamış bir dönem Türkiye’sinin öyküsü... Bu filmi bizim yaşıtlarımız oynadı. Hem seyrettik hem oynadık, hem de nasibimizi aldık diyorum... Filmin sonunda yükselen Sezen Aksu’nun o indirilmez parçası dokundu yüreğime... “Hadi gülümse... bir kedim bile yok” Arif Mardin nasıl yazmış öyle... Yaralı bir toplumun duygularının buluştuğu bir film Vizontele TUBAA.. Gülümseyelim gülümseyebiliyorsak! Sezen ne kadar gülebiliyorsa? Kızlarımı alıp bu filmi Antep te de izlemeye gideceğim... Filmin sonunda bir döneme göz yaşı akıtmamak mümkün değil. Neden bu kadar ağır yaşadık neden? Sevgiyi de, terörü de, acıyı da.. Yaşarken kaç kez öldük, öldürüldük düşünsenize... Safça en güzel duygularımızla çarpıştık da vurulduk yaşam denen o acı dönemeçte! Nasıl mı? Hilesiz, onurla sürdürdük yaşam mücadelemizi göz yaşlarımıza sararak değil mi? Bundan ayrık, bundan aykırıyız BİZ gibiyiz, az da kalsak. Ancak olsun diyorum olsun.. BİZ buyuz diyorum hepimizin adına... Yine de acı da olsa buruk da olsa gülümseyelim...