En etkili iletişim aracı telefonla ulaşıyorum en zengin hazinelere. Bir telefonla duydum İzmir Kitap Fuarı etkinliğini. İçimden “yorulursun/değer/katıl” sözcükleriyle toparladım ve yola koyuldum... Soluğu Karşıyaka Öğretmen Evinde almıştım. Bir gün anılarımı toparlarsam Öğretmen evi anı mı da eklemek istedim... Hatırlamıyorum fuara nasıl gittiğimi bile... Edebiyatçılar Derneği Standıma şöyle bir oturdum. Derneğe gelenler İzmirli misiniz diye sormaktaydı ilk önce... Hayır Antep deyince şaşırdı insanlar... Bir kadın kalkmış gelmiş... onca işi bir kenara iterek diye düşünmüşlerdir kim bilir? Belki de ölümü yakın gelmiş bu kadının diye içlerinden geçirmişlerdi ilk bakışta... Anladılar sonradan neden/niçin gittiğimi... Öylesine estirdim ki ya da savurdum ki Antep rüzgarlarını anlatamam. Her güzel yanımla diyebilirim. Öfkemle de insanlığımla da... Çok da doydum güzel insanlara. Kimlere mi? Okurlara, yazarlara.

          Etkilendim... Bir Erdal Öz çok fazlasıyla etkilendirdi sözcüklerimi. Her sabah CAN yayınlarına uğrayıp birkaç sözcüğü ile ayrıldım standıma. Soyadında “ÖZ” var bak ne güzel diye güvenimi yeşertti... iyi bir yazar olduğumu söyledi şaşırdım... bir Erdal Öz’den duymak şaşırttı beni... duymuştum, ama böylesine bir ustanın sözleri beni daha yüreklendirdi... Yazdığım bir anı kitabıyla anılarını dinledim. “Yaralısın ve Kanayan”öykü kitaplarını imzalı hediye etti... birde “Odalarda”romanını zorla parayla aldım... Neden aldıklarımızla gururlanırız bilmem ki? Verdiğim olmasaydı/değmeseydi alabilirmiydim iki kitabını? Sanmam... Hayran oldum Erdal Öz’ e hayran... Bir söyleşisinde anılarını yazmak isteyen yirmi beş yaşındaki delikanlıya “yazma/okunmaz... ne yaşadın ki yazacaksın? ” diyen net/ kesin ifadelerini anımsıyorum o bilge adamın. Anı yazmak kolay değil doğru... “Günlük ve Anı” çok farklı yazım türleri değil mi?

          Başka bir Anı anlatıcısı ya da mizah ustası. Aydın Boysan... Elimdeki Kitap Fuarı etkinlik Programı ve Katılımcı Listesine bakarak yazmaya çalışıyorum Fuarı. Aydın Boysan’ ın yanına not almışım. Nefis adam diye... İçim sızladı. Keşke Aziz Nesin’ i de dinleyebilseydim gerçek ortamda diye düşündüm. Geç mi kaldım diye geçirdim içimden yazım işi için. Yine de geç kalmadım bazı işlerime... doğum hep vaktin saatin dolmasını bekler değil mi? Gerçekten nefis bir değer Aydın Boysan... Karısından korkan muzip bir adam... çok çektirmiş belli eşine... Cumhuriyetten iki yaş büyükmüş anlattığına göre. Panel konuşmasına kravat/takım giyinerek gelmişti. Kendisiyle birlikte söyleşiye katılan, kot ve spor gömlek giyimli Deniz Kavukçuoğlu, Erdal Öz’ e “şunlara bakın nerdeyse don gömlek çıkacaklar karşınıza” diye savurduğu espirilerle yaşını unutmuştum. Söyleşi dönüşü standın dan kendisinin tavsiye ettiği “Neşeye Şarkı” isimli kitabını imzalatıp resim çektirecektim ki “elini omuzu ma koymazsan resim çektirmem” diyen... ve Deniz Kavukcuoğlu’ nun sanki yazacak şey bitmişte... “Kediler arasındaki” isimli çıkacak kitabına karşın “şişeler arasında” diye bir anı kitabını çıkartacağını mizahla/alay arası dinleyicilerine duyuran Aydın Boysan’ a hayran olmamak mümkün değildi... Dopdolu bir adam Aydın Boysan... Okumanızı istiyorum bu mizah adamını...

           Ve Ahmet Priştina... İzmir Belediye Başkanı. Standları gezerken... Celal Doğan’ ı seçmediniz ayıp size... bu kadar mı vefasız bir kent oldu Antep... diyen bir büyük adama ne mi dedim? Antep, İzmir kadar aydınlık bir kent değil maalesef dedim. İzmir insanı daha mı farklı? Ya da madde o kadar etkin olamamış mı? Anlamak zor... Priştina’ nın yer yokluğuna karşın Öğretmen evinde kalmam için çabasını da unutamam...

          Başka... Sanırım kimse bu kadar kalabalığa konuşmadı bugüne kadar bir fuarda. “Attilla İlhan nihayet İzmir’de”... diye duyum alan herkes koşuşturmuştu fuara. İnşaatçılar haykırıyordu. Salonun dengesi bozuldu çökme olabilir diye. Merdivenlerden tutunda Fuarın girişine kadar insanlar yığılmıştı. Sıcak, boğuk deniz sıcağı hat safhada. Olsun diyordu insanlar değerdi... iyi ki önceden gitmiş kendime bir yer bulup, oturmuştum. İki yıl önce karşılaştığım, sohbet ettiğim adam şimdi daha gençti. Neden mi? On dört yaşındaki kızlar bile bana hayran diye gülüyordu... Kendine has giyimi ve o şapkasıyla... Atatürk kadar olmasa da bir ihtişamla yardı kalabalığı. Aman Tanrım! Sözlerine bir parti kursam mı? diye başladı... Seçerdi insanlar eminim. Ancak şair yönünü severdim Atilla İlhanın... Tarih bilgisi etkiledi beni. Türkçülüğü, Değerlerimizin korunmasıyla ve kültürsüzleşme ile ilgili sarf ettiği o güzel sözcükler.. .unutulmaz sanmam... Provakatörler de vardı. Olacaktı... elbette... Olmaması anormaldi. Ancak kendine özgü üslubu ile iyi yönetti o kadar insan selini... Başka bir gün bu sütunda daha detaylı yazacağım Atilla İlhan’ın söyleşisini... son sözü şuydu “galiba biz aldatılıyoruz” çok haklıydı değil mi? Düşündüm de duygusal olarak çok sömürülmekteyiz doğru değil mi? Bir şiir istedik hepimiz. Okumadı..”Okumayacağım” diye de noktaladı... Şiir okumaya gelmemişti belliydi. Dertleşmeye gelmişti İzmirlilerle ya da Fuar katılımcılarıyla... kaybolan kültürümüzü ve popüler kültürü tartıştı bizlerle...

          Son gündü... Deneklerle iç içe standların karşısında Erdal İnönü’yü görebilmek güzeldi. Sanırım bu kadar alçak gönüllü adam az bulunurdu. Anı kitabımla ziyaretine gittim. Erdal İnönü şöyle baktı anı kitabıma... Size İngilizce bir kitap vermek istedim dedi. İnönü Vakfına birkaç defa daha uğramıştı. Adını bile anons ettirmemişti... mütevaziliğinden olsa gerek... ancak o kadar insan duyup gelmişti. Reklama gerek var mıydı? Gerçi Fuar iki bölümden oluşmaktaydı. Bir tarafta medyatik yazarlar diğer tarafta biz gibiler. Hangi taraf daha edebiyat ve insan yanlısıydı bilemem... Okurlara danışmak gerek... Neyse Erdal bey “İsmet İnönü and making of modern Turkey” adlı kitabı imzaladı. Okumamı ısrar etti. Olur dedim okuyacağım söz... sözlük kullansam da... Parasını ödemek istedim ısrarla. O zaman bende sizin kitabınızın bedelini ödeyeyim dedi. Benimki ucuz dedim. Üç milyon verseniz ancak... dedim. Kendisi bu kitabın ederi de üç milyon dediğinde anımsadım espri yeteneğini bu zeki bilim adamının... Takasla ayrıldım standdan. Bir vakıftı ödemek istedim, ancak ODTÜ gibi bir kuruluşun akademik havasından mı nedense almadı bedel bu değerli insan...

           Az kalsın unutuyordum... Ahmet Telliyi yazmak istedim birkaç satır... Katıldığım şiir, öykü etkinliklerinin farklı birisiydi. Okuduğu şiirinin etkisi üzerimde... “Çocuksun Sen”... Ertesi günü Fuar alanında yorgun argın dolaşırken karşılaştım. Siz Ahmet Tellisiniz dedim... Elimdeki kitaplarıma bakarak beni standına davet etti... Mavi kaplı bir kitaptı “çocuksun sen”... İmzaladı... devam et... özü güzel şiirlerinin daha güzellerini yazacaksın diye de yüreklendirdi... “Yüreğindeki çocuğa bir selamda benden olsun” diye imza attı kitabına... Yazmak incelik işi diyorum. Yaşam doygunluğu bir o kadar da paylaşabilmeyi bilebilmektir değil mi?

          Pekii... Kaç fuarda hiç AKBANK standı görmemiştim... Özel bir Fuardı... Belliydi... Ülkemiz büyük bir insanı kayıp etti bu dönemde... Sevgili SABANCI... Akbank standında kitaplara bakamadım... Duvarda asılı duran son derece anlamlı bir çerçeveden gülen emekçi Sakıp Sabancı... Rahmetli diyebilmek zor ama... Gülen gözleriyle bakıyordu çerçeveden sınırsız bir dünyaya... ben de buradayım dercesine... ve “biz üretenler siz yiyenler” diye Ankara’ya seslenen... son sesini duyuyorum Sakıp Sabancının... kararmış umudumla ama yüreğimle...

          İnsan bir yaşanmışlığın tadını sonradan anlıyor... Hani tadı damağımda kaldı derler ya... işte öyle bir kültür buluşmasıydı İzmir Fuarı...Okurlarımla paylaştım yazılarımı ancak en fazla doyumum sanki on günlük bir okulun atölye çalışmasına katılmış gibi hissettim kendimi. Usta yazarları dinlemekten, aldığım derslerin sözcüklerime yansıyacağını şimdiden hisseder gibiyim... Kum Dergisi ve Kum yayınları ailesi içinde yeni doğmuş bir bebektim ancak büyüyeceğimi umuyorum...

          Uzun imza kuyruklarında, sıralarda beklemek yinede hoştu. Standı bırakıp ilgimi çeken tanımadığım yazarlara koşuşturmak kolay değildi. Bir yandan da kitaplarımın satılması önemliydi. İzmir de okurumun olması başlıca hedefimdi giderken. Standı bırakıp gittiğimde Özgür elinden geleni yapıyordu... sağ olsun Özgür... Agora dergisini tanıtmaya/satmaya çalışıyordu Edebiyatçılar Derneği Standın da... Agora güzel bir edebiyat dergisi... Özgür’ e standımızın başkanı sensin ben de çırağı diyordum. Antep’te böyle etkinlikler olursa seve seve başkanlar buluruz değil mi? Olacak zamanla. Sabır ve zamanla çok güzellikleri yaşayacağımıza inanıyorum. Derneğe imzaya gelen pek çok yazar vardı ancak demirbaşı ikimizdik. Özgürden de imzalı bir kitap aldım. Yazar falan değildi... gitmiş Zaman Kitaptan Cemal A.Kalyoncunun “Derin Gazeteciler”diye bir kitabını almış... pek çok ünlü gazetecinin yaşam öyküsünü anlatan bir kitap... anlamış demek Özgür de yazım işini sevdiğimi... kitabı imzaladı kendine ait olmasa da... isteğim gelecekte iyi bir yazar olması olur da... Aslında Agora dergisinin en büyük emektarı gibi geldi bana... yaşı küçük ancak sahibi görünmekte derginin kapağında... Özgür Kılıçlar... hediye ettiği dergiler içinde teşekkür etmek istedim...

          Edebiyatçılar Derneğine beni öneren bir büyük adam... Aydın Şimşek... İstanbul Tüyap’ ta salakça kitaplarımı dağıtırken etkilenmişti yaptıklarımdan... şiir/anı kitabımla derneğe önermişti beni... İyi etmiş... Yoksa salaklığım devam edecek ve ben birde Stand ücretleri ödemek için fazla koşuşturacaktım... “Susmalar” şiir kitabıyla Behcet Aysan Şiir ödülüyle kaç yapıta imza atan bir değer... KUM yayınları ve Kum Dergisinin sahibi... Biz gibi duyarlı insanları ailesine katmayı başarabilmiş bir adam... Gaziantep’ te katkılarım olacak size... Size değil bize desem daha yerinde sanırım... Gaziantep’in temsilciliğini bana verdiğiniz için sağ olun... Elimde Kum’ un son sayısının sonu... kapakta “bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir” Eflatun... diye yazılı Kum /öykü, anı, günce edebiyat dergisi... Aydın Şimşek iyi bir ekibin saygın bir başkanı... Fuarda dergimizin/yayınevimizin düzenlediği öykü/şiir söyleşi saatlerinin konuğu olabilmem güzeldi... Dopdolu insanları fuarın arta kalan saatlerinde ağırlamanız da başka bir incelikti Aydın Bey... Biz gibi duyarlı insanlar kum tanecikleri de olsak edebiyat denizi için önemliyiz diyorum... Her tür katkılarınız için sağ olun diyorum...

          Bir de Fuarın arka yüzü vardı ki onları yazsam çok uzayacak yazım... Belki de popüler toplumun can alıcı sözcükleri olacaktı ancak yetsin bu kadarı diye düşündüm şimdilik... Sıkılmayacaksınız yazsam okuyacaksınız ama onlarda bende saklı kalsın istedim... Olmaz mı? Her şeyin bir ön yüzü olurda arka yüzü olmaz mı?...

         Ve son gün... akşam üzeri altı gibi toparlandım. Efes Otelinin önündeki Varan tesislerine ulaştım. Eşyalarımı emanete bıraktım. Denizin kenarına doğru dışarıda dolaşmaya başladım. Hava bulanmaya başlamış, deniz grimsi bir renk almıştı. Kurt puslu havaları severmiş...bende bayılırım böyle havalara... Denizin etrafında kumrular vardı. Makinemdeki son filmleri onlarla paylaştım. Gökyüzünde martı yoktu ancak Fuar tanıtımı için yapılmış, martı şeklindeki kitaplar uçuşmaktaydı denizin üzerinden. Bir sigara yaktım, cebimden bir numara çevirdim... Daha kararmıştı hava... kumrular uçuşmuştu... Vakit gelmişti. Ayrılık vakti... Sevmezdim ayrılık saatlerini ancak ayrılmalıydım...

          Doyduğum yerden başka doyduğum bir yere doğru...

Paylaş: