Kafama koymuştum öğretmen olacaktım. Ama ODTÜ de. Tabi ki Gaziantep ODTÜ de. Milliyetçilik hepimizin kanında vardır. Kendi şehrimize hizmet duygusu önemliydi o zamanlar. Ankara ODTÜ de sınava girdim ve Gaziantep ODTÜ Mühendislik Fakültesi Lisan okulunda araştırma görevlisi olarak göreve başladım.
Aynı yıl ODTÜ bursuyla İngiltere de Teknik İngilizce Öğretimi ile ilgili bir burs kazandım Lancaster Üniversitesinde bu kursa katıldım.Kurs hızlandırılmış bir kurs olarak 6 ayda bitti 1980 Avrupasında gördüğüm hiper marketleri, ülkemde ancak 2000 li yılların sabahında gördüm.Yani 2000 e beş kala gördük. Courfur, Beğendik, Real, Praktiker gibi hiper marketleri. En çok da insan hakları etkiledi beni.Elvis Presley yeni ölmüş kasetleri hazine olmuştu. Kıbrıs harekatı bitmiş, Müthiş bir Yunan hayranlığı ve Türkiye nefreti doğmuştu.Türk olduğumuzu söylediğimiz de kimse inanmıyordu. Kot pantolon giyen Türk kızları olarak bize şaşkın ifadelerle bakıyorlardı. Bizi çarşaflı, eğitimsiz, barbar olarak tanıyorlardı tarihimiz gereği. Kim bana nereli olduğumu sorsa tahmin et derdim. Aldığım cevap “Güney Amerikalı, İspanyol, yada İtalyan “ olurdu. Kimse Türk olduğumu tahmin edemedi. Acı ama gerçek. Her sabah yurtta kapımızın altına “Armenian Questions”, (Ermeni sorunları),”Ottoman Empire”(Osmanlı İmparatorluğu), ”Kurdish Problems” (Kürt Sorunları) ile ve Rumların hazırladığı değişik bildiriler atılırdı. Tabiiki bütün odalara, panolara böyle bildiriler sürekli asılırdı.
Neredeyse film den yarı bırakıp çıkacaktık. İnanın şöyle düşündüm ; Türk olduğumu anlarlarsa beni öldürebilirler diye düşündüm. Harika bir yapımdı her şeyden önce. Bir an savaşta gibi hissettim. Salondaki bağırıklar, tezahürat beni çok etkilemişti.Türkiye de izledim ama ne kadar sansür ve kesinti vardı. İkisini izleyenler bilir, hatta gittim yattım.Geç saatte TV de oynamıştı. Araya o kadar reklam almışlardı ve orijinali ile hiç ilgisi yoktu.
Filmin içeriği beni mahvetti. Filmin konusu negatif bir İslam, negatif bir ulus ve sürekli küfür yiyen bir din ve bizler. Avukatımıza, hukukumuza, insanlığımıza ağza alınmayacak İngilizce küfürleri burada duydum, ve de anladım. Film de esrar kaçakçısı bir yolcu İstanbul uçağında yakalanarak hapishane ye atılıyor. 12 Mart dönemi Türk hapishanelerinde yaşanan işkenceler anlatılıyor. Fakat bir ulus da aşşağılanıyor. Bence abartılar çok fazlaydı.Ulus olarak yediğimiz küfürler çok ağrıma gitmişti. Şu sözleri hiç unutamadım. “I hate you, I hate your nationality. You are pig. All of you pigs !!“ ve yazamayacağım ana avrat küfürler”.12 Mart dönemi Türkiye hapishaneleri anlatılıyordu filmde. Esrar kaçakçısı Timothy davası. Olay Yeşilköy de başlıyor sadece burası Türkiye den alınmış. Ama Yunanistan da bir ada da çevrildiğini hatırlıyorum bu filmin.
Hiç Türk’e benzer oyuncu göremedim.Tamamen Araplara benzer, yağlı güreş yapan insanlar. Ezan sesi ve arkasından bir kedinin katledilişi, mahkuma yapılan işkenceler. Çok üzülerek ve de çelişkiler içinde izledim bu filmi. Herkese şunu anlatamadık. Dünyanın hangi ülkesinde hapishane şartları mükemmel, yada konforlu ? Ama şunu da içimden geçirmedim değil acaba bizde durum hakikatten böyle mi ? Onu içerde yatanlar daha iyi bilir, ve de doğruladılar. O yıl İngiltere de okuyan herkes bunlar için çalıştı. Hiç unutmuyorum epey para topladılar, sağcısı, solcusu hepimiz katkıda bulunduk.Ve de Manchester de epey bir sinemanın biletleri alınarak filmin izlenimi durduruldu. Acaba Avrupa o yıllarda daha mı duyarlı idi ? insan haklarına bilmiyorum. Oynatılması için ellerinden geleni yaptılar. Biz üzülsek de gösterilmeliydi. Şunu anlayamadım. Peki Sırp zulmü neydi ? Avrupa’nın ortasında. Bunu halen anlayamadım. Anladım belki ama anlamak istemedim. Oyunlar hep aynı diyorum. Sorunsuz bir Avrupa idi o yıllar.
İngiltere ye şu an Gaziantep Üniversitesi Eğitim fakültesi dekanı Necmiye arkadaşımla birlikte gitmiştik. Beni en çok etkileyen bazı olayları anlatmak istedim. İkimiz de bayan olarak yurtta kalıyorduk. Tabii ki aynı odada. Hele ben çok korkak bir insanım. İlk gittiğimizde bizi aile yanına yerleştirmişlerdi. Kaldığımız aile 50 yaşlarında bir adam ve köpeği.Yalnız bir adam. Sabaha kadar uyuyamamıştım. İlginçti yattığımız odada ve tüm kapılarda anahtar bile yoktu. Bir ara kapının arkasına bavullarımızı üst üste koyarak uyumuştuk. Ne kadar safmışız Bavul konarak namus mu kurtarılır? Uyuyamadık tabii ki. Sabah kilise çanı beni çok etkiledi. Hayatta bu evde kalmam dedim, gerekiyorsa tekrar Türkiye ye dönerim. Necmiyenin ikinci gidişiydi yurt dışına.Bana göre biraz daha rahattı ama o da bana çok benzer biridir. Korkağız tabiri caizse.
Ertesi sabah üniversite danışmanına giderek kadın birinin evine yerleştirilmek istediğimizi söyledik. Orada da mutlu olamadık. Cimri, anamdan daha muhafazakar bir katolikti. 3 dakika geç kalsam neredeydin diye sorgulardı. Ama her iki evde 5 yıldızlı otellere bin çekerdi.İlk defa beş yıldızlı otelde Londra da kaldım. İngiltere ye gittiğimizde, kurs on beş gün ertelenmişti. Bizim suçumuz değildi. İngiliz Kültür bu sürede bizi Londra da misafir etti. Harcadığımız her şeyin faturasını onlara götürüyorduk. Ama gene de biz dikkatli harcıyorduk. Ya diyorduk bize ödetirlerse. Güvensiz büyümüştük çevremize nedense.
Sonunda üniversite yurtlarında oda bulduk ve kaldık. İki arkadaş aynı odayı paylaşıyorduk.10 dönümlük bir kampustü hatırladığım kadarıyla. Her tür spor aktiviteleri, teknoloji imkanlarıyla unutamadığım bir imkandı. Ama herkes yurtta bizi sorguladı. İki bayanın aynı odada kalmasını yadırgadı Avrupa.Ve inanın bize eşcinsel gözüyle baktılar ve söylediler de. Ne kadar zıt toplumlarız.Yurt temizlikçi kadını bana bir gün 13 yaşındaki kızını psikoloğa götüreceğini söyledi. Neden diye sordum. Cevabı hiç erkek arkadaşı yok dedi. Ben 22 yaşındaydım ve hiç erkek arkadaşım olmamıştı. Sanki sonra oldumu ki ? Sadece eşimi tanıdım erkek olarak babam ve erkek kardeşlerimin dışında.Ve İngiltere de bulunduğum sürece yatağımın ve de çalışma masamın karşısına şu şiiri astım. Gelirken de olduğu yerde bıraktım. Sökmedim..Kendi ülkem ve İngilteredeki büyük uçurumu anlatmıyor mu şu dizeler..???
Sen ölmüşsün ölmüşsün..
Tabancasız tüfeksiz..
Sen ölmüşsün arkadaş..
Ahmet Arif
Kısa öz yazdım. İngiltere günlerimi ama bu şiirde iyi bir karşılaştırmanın sonucu diyorum. Dönerken de İsviçre, Fransa, İtalya, Bulgaristan ve Romanya’yı gördük. Dedik ki Avrupa çok farklı. En azından en temiz yerleri tuvaletleri, ve de o kadar sürede ayakkabılarımı hiç tamirciye vermedim.Yolları o kadar düzgün ve temiz ki. İnanın hiç kısa topuklarım eskimedi. Ama ben normalde bir iki ayda bir ayakkabı topuklarımı tamir ettiririm buna şaştım.Topuklu falan da giydiğimi düşünmeyin sakın.
Ama İstanbul a indiğimizde ülkem aynıydı. Hiç değişiklik yoktu. Askerler, ve didik didik aramalar. Onlara marlbora sigaraları vermiştim gizlice. Almamak için çok direndiler. Zorla koydum ceplerine. Ben içmezdim.Çevre için getirmiştim. Bazıları onlara kısmet oldu. Anladım ki, anladık ki gariplikler var ülkemizde.
Türkiye ye döndüğümün birkaç gün sonra 12 Eylüldü.12 Eylül sabahını eşi binbaşı, kendi edebiyat öğretmeni çok sevdiğim arkadaşım Zühal in evinde kalarak yaşadım. Sorunlu bir evliliği vardı. Anlatırdı o yıllarda anlayamazdım.Eşi nöbetlere gittiğinde beni çağırır ve edebiyat sohbetleri yapardık.Öyle bir geceyi onun evinde geçiriyordum. Sabah beni uyandırdı "Nesrin kalk her taraf asker,sokağa çıkma yasağı var demişti " Belki de biliyordu. Ama zannetmiyorum eşi ile arasında sıfır iletişim vardı. Sonradan ayrıldıklarını ve onun yeniden evlendiğini duydum.Haberlerini alıyorum sadece. Evim arandığında ve gözaltında kalmam gerektiğinde desteğini hiç unutamam.
Tekrar üniversiteme öğrencilerime kavuşmuştum. Aynı yıl belli formaliteler tamamlayıp öğretim görevlisi oldum. Ankara ODTÜ de Dil Öğretimi ile ilgili Master programına katıldım. Derslerin çoğunu Antep ODTÜ de, zaman zaman da Ankara ODTÜ de yaz programlarına gittim.Öğrencilerimi, mesleğimi çok seviyordum. Hepinizi kucaklıyorum.. Unutmam "impossible" yani imkansız...