En saygı duyduğum ve heyecanla desteklediğim en büyük iki kurum. Aile ve Eğitim kurumları. Ne kadar önemli hepimizin yaşamında. Çoğu değerleri ailemden aldım, ama eğitimimle besledim değerlerimi ve değişimlerimi. Umudum bu iki kelimeye takıldı hep.

Bütün yolcular hep bu iki ana yoldan geçmiyor mu yaşamda? Oturmayı hiç sevmedim, ayakta özgürce kalabilmeyi bu iki kavramda yaşadım hep. Olayların tek başına hiç anlamı var mı? Algılayarak anlam kazanmıyor mu değerlerimiz? Algılayan olabilmek en güzeli ve de sorgulayan. Fiziksel enerji hep önemli olmuştur yaşamımızda, ama değer yapanda beynimizdeki sinirsel enerjiden geçerek anlam kazanmıştır. Algılayıp, anlam katarak olayları anlamlı yapıyoruz hep. Yaşadığımız olaylardaki algılamalarımız ilişkilerimizi, davranışlarımızı etkiler. Algılarımız eylemle değerlenir ve her eylem bir sonuç doğurur. Nasıl mı? Asık suratla baktığımızda, küfürle öfke ile baktığımızda ve sevecenlikle baktığımızda aldığımız cevaplar aynıdır. Yani ne ekersek onu biçiyoruz yaşamdan kısaca. Hani rüzgâr eken fırtına biçermiş ya işte öyle bir şey.

En çok, bürokratlarla iletişimde zorlandım ama kurdum bir şekilde, değişik köprülerle, yıkmadan anlaşmak en güzeli. Gülmeyi bilmeyenlerle hep tartıştım desem hiç yalan olmaz. İnancım hep şu oldu; öfkeyle bakanlara iğrenerek bakmak istedim hep, en büyük ayıptır belki ama onlar bunu istediyse suçum nedir? Asık suratlıları hiç sevmedim, onların yüzlerindeki maskeyi hiç anlayamadım ama bir aile ve eğitim sorunu olduğunu hep düşündüm. Asık suratlı ne yöneticileri, ne bürokratları nede ana babaları sevdim. Asık suratıyla gülmeyi beceremeyen ana babaların çocukları olmayı hiç istemezdim sanırım sizde öyle. Ama bu davranışı onlara aşılayanda o tür insanların aile ve eğitim yapılarıdır diyebiliyorum. Ülkemizde bu tür büyüklerimiz ve akranlarımızın sayısı o kadar çok ki. Herkesin konuştuğu, kimselerin dinlemediği bir ülkede yaşıyoruz maalesef. Dinlemeyi ve dinleyenleri severim en çok. Kendini ifade edemeyenlerle dolu bir kalabalıkta yaşıyorum. Paylaştığımız zemin korku kültürü bunun dışındaki değerler, sevgi kültürüyle yoğrulmuş değerlerimizdir.

Evlilik kültürü de bambaşka bir dünya. İki farklı değerin birlikte yaşamı ve çocuklar.İki kişiden hangisi egemen güç olma yarışı .. Kimse ikinci olmak istemiyor, erkek dedesinden aldığı değerleri karısına uygulamaya kalkıyor bazen da zorbaca isteklerle desem yerinde olur. Değerler parayla alınmadığı gibi parayla da satılmaz. İnsanın kendisiyle hesaplaşmalarıyla ortaya çıkar bu değerler, bazen vicdanla bazen iç benlikle Kendi vicdan muhasebemiz; aile ve eğitim değerlerinin bir mozaiğidir. Ailede en büyük potansiyel güç çocuklardır. Ana, baba ve eğitimciler çocuklarımıza her tür donanımlarıyla değer katarlar. Çocuklarımız günümüzde rüşvete aileden alışmıyorlar mı? Örneğin çalış kızım sana doğum gününde bisiklet alacağım sözü ona verilen ilk rüşvet değil mi, ya da alışkanlık değil mi? Dünyada öğrenme isteği olmadan doğan hiç bir çocuk olamaz. Çocuklar bu en temel kavramla doğar yani; Öğrenme isteği ile. Çocukta var olan en önemli iki şey 1. müthiş bir sinir sistemi
2. müthiş bir merak.
Çeşitli nedenlerle merak yok ediliyor. Gerek aile gerek toplumsal baskılarla bilinçli ya da bilinçsizce yok ediliyor. Hangimiz çocuğumuza şunu öğretebildik "öğretmenine iyi sorabildin mi? sorgulamak öğretmeni? Ne garip değil mi? hangimiz yapabildik bunu korkumuzdan. Çocuklarımıza neden? Niçin? Nasıl sorularını öğretelim başka şeye gerek var mı? Var evet en önemli tek şey DÜŞÜNME ' yi ya da beynini kullanmayı öğretelim önce.

Bilim nasıl doğmuştur sizce? NİYE? Sorusuyla evet niye sorusuyla bilim doğmuştur Cıvıltıları hep sevdim. Çocukları severim en çok, ama ne kadar doğru davrandım kızlarıma tartışılır? Bazen hayvana bile yapılmayacak baskıyı yapmışımdır çocuklarımın iyiliği için. Örneğin; zorlamışımdır yemek yemesi için. Yanlış bile bile yapmışım yanlışı, zayıf kalmasın diye ama acıkanın da yiyeceğini kendi yeme alışkanlığını edinmesini bile bile. Çocuklarımızın güven duygusunu aşırı kontrollerle yok ediyoruz. Onlara yalanı biz öğretmişiz, baskılardan yalanı söylemişte depresyona itmişiz çocuklarımızı. Yalanlarla yıkmışız değerleri, korkulara sığınarak yalan söylemişiz hep. Bizim insanımızı korku ve yalan talan etmiş desem daha yerinde olur. Kimse kendini önemsemiyor, sadece ona nasıl bakılmak isteniyorsa o maskeyle yaşıyor ve yalanlar maskesi onu bunaltıp kişiliği yok ediyor. Kişi kendine yabancılaşıyor bu şekilde.

Hep inancım şu olmuştur; değerler bozukluğu ailede ve okulda kayboluyor ve kişi kendine yabancılaşıyor. Eğitim bilinci arttıkça değerler bilinci de artıyor. Eğitimin temelinde vazgeçilmez değerler yatar. POTANSİYEL kavramı çok önemlidir hep. Ezberci bir eğitim sistemi tamamıyla yaratıcılığımızı öldürmüş, yok etmiş. İnsafsızca yaşamak ağır basıyor hep. Korku kültürü doldurmuş her yeri. Avrupa da halkın keşfettiği değerler filozoflardır. Filozoflarla eğitim felsefeleri doğmuştur. Kant, Descart,  Luther saf değerlerden çıkmıştır. Aydınlanma saflıktan, temizlikten doğmuştur. Ülkemizde değersiz bir eğitim sistemi maalesef var. Bireylere yardımcı olmak isteyen kim var? Sorabilir miyim ."Ben olabilirim" diyenin alnından öpmek gerek ama yok işte.

Çocuklarımıza dinlemeyi öğretelim. Korkudaki otoriteyi yıkarak dinlemelerine yardımcı olalım ve öğretelim bir şekilde. Öğretmenler diyeceğim hep, eğitimciler öğrencilerinizi yargılamadan öğretin her bir şeyi. Öğretmenini seven dersini de sevmez mi? Cesaret vermeli öğretmen, korkutmamalı. Farklılıkları fark ettirerek öğretmeliyiz Öğretmen; destekleyen, teşvik eden, yol gösteren, sevilen olmalıdır. Sen yapabilirsin kaynağıdır öğretmen. Öğretmenin, davranışlarıyla olumlu dokunuşu çok önemlidir bu dokunuş fiziksel olmayabilir, fikirleriyle dokunabilmeyi başarmalıdır. Sevgi hiç bir zaman sahiplenmek olamaz. Yön vermek önemlidir. Öğretmen bir kıvılcım olmalı, büyüyen bir mum alevi ve bir yanardağ patlaması olabilmelidir topluma. Her bir meşe palamudunu büyük meşe ormanına dönüştüren öğretmendir, başka bir meslek olamaz. Korku kültürünü aşarak, sevgi tohumları ekmeliyiz çocuklarımıza gençlerimize.

Değerler bilinci hep olmalıdır, ülkemizi bu bilinçle belli düzeye ancak ulaştırabiliriz Gördüğüm şu ki; Türk kültürü hasta, değerler bilincimiz de yok olmakta. Bulanık suda balık yaşar mı? Değersiz bir kültürde ne kadar sağlıklı insan yaşayabilir? Farkına varmalıyız değerlerimizin ve onları bir bir yerine oturtmalıyız. Toplumumuzun en önemli oksijen pompası eğitimdir, bunu en iyi şekilde pompalayan ustalarda öğretmenler olmalıdır. Ancak ve ancak temiz suda balık yaşar. Türkiye de doğan bir çocukla Amerika da doğan bir çocuğun başta hiç farkı yoktur. Ancak doğduğu suyun değerleri, ne kadar temiz ya da kirli olduğu önemlidir.

Özgürlük her yerde bir o kadar önemlidir ama denetim de şarttır. Sınırsızlığın sınırları diye bir kavram hep olmuştur ve de olacaktır. Hoşgörü sınırları da hep vardır. Toplumumuzda saygınlık hep otoriteler olmuştur. Hiç sevmedim bu otoriteleri, insanın kendi içindeki değerleri en önemli otorite olmalıdır ve kişiyi yönlendirmelidir. En büyük otorite bence akıldır, duygularda bir o kadar önemlidir. Şöyle bir düşündüğümüzde insan hayatındaki başarının %93'ü insanın içinden geliyor,% 7 de çevreden geliyor. İnsan hem ait olmak istiyor hem de bağımsız, garip bir çelişki ama bu böyledir. Duygusal zekamızda hep bu ikilem içinde çırpınıp duruyor. Bir çocuk bile hem annesinin elinden tutmak ister hem de elini bırakıp kaçmak. Yani bağımsız olmak ve bir o kadar da denetlenmek isteği hep vardır.

Otorite güç olmamalıdır, sevecen bir denetim olmalıdır en güzeli. Çocuklarımıza; sen yapabilirsin çocuğum yapanların senden üstünlükleri yok mesajı önemlidir. Ve güven duygusu böyle gelişir. Çocuklarımız aileden ve çevreden bazı yanlış değerleri alabiliyorlar. Ama eğitimin en güçlü fabrikaları olan okullarımızda o değerli usta öğretmenlerimiz verilen yanlışları bir bir unutturarak değerlerimizi yönlendiriyorlar. Milli Eğitim sistemimiz oldukça yaralı. Siyasetle oyun haline gelen bu kurumlarımız maalesef açmazlarda bırakılmıştır. Okul yöneticileri ve değerli bürokratlarımız maskeleriyle eğitimin katı kalıpları arasında davranış geliştirme adına hiç bir şey yapmamaktadırlar. İsteğim şu; gülsünler önce, gülümsemeyi öğrensinler, atsınlar maskelerini ve oldukları gibi olsunlar.

Korku kültürü iyice yerleşmiş içimize dışımıza da bulanık olmuşuz işte. Gerçi insanlar ne kadar değişir, içinde değişme isteği yoksa. İnsan ancak değişmeye karar verirse değişir ve kendi için bir gelecek yaratmak isterse değişir. Belki de gösterim için yaparlar bunları. Önce kendi içimizde kendimizi değiştirmeliyiz. Gönüllü öğretmenleri ve eğitimcileri kutlamak gerek bu yolda. Değişimin büyük ustaları ve de mimarlarıdır öğretmenlerimiz, eğitimcilerimiz. Kıymetini bilmeliyiz ve en çok onları anlamalıyız.

Paylaş: